http://igdirinefendisi.com.tr.gg
  Seccad Saduk'inin Kaleminden
 
BİZ KİMİZ?

                      RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA

GİRİŞ:

Şüphesiz insanı bir katre sudan yaratıp, ona dosdoğru yol belirleyen ardından kalem verip iki dünyada da makamını yücelten yüce rabbimize hamd olsun.

Yıllatılmış senelerin bekçileri olarak sadece bizlere verilen rollerle ve makineleşmiş beyinlerimizle bizlere öğretilen her öğretiyi elimizden geldiğince gerçekleştirmeye çalıştık. İnsan fıtratı her zaman nefsinin esiri olarak, övülmeye ihtiyaç duyar. Yapılan her şey aslında insanın makamını yüceltmeye yöneliktir. Kalem bile insanın makamını yüceltmek için kullanılır.
Hiç yaptıkları hataları açığa vuran, kendisini eleştirmek amacıyla olsa dahi gerçeği söylemek adı altında tüm yaşantısını karalayan bir kalemin eserlerine tanıklık ettiniz mi?
 
Şüphesiz hiçbirimiz tanık olmadık. Ancak kendimizi eleştirecek cesareti de gösteremedik. Sorunumuz aslında cesarete sahip olmamak değil, cesaretin ne olduğunu bilememektir.

Peki, cesaret nedir?
Cesaret, savaş meydanlarında kahramanlık hikâyelerine konu olacak bir unsur değildir. Nedense bazılarımız cesareti bu şekilde algılıyoruz. Aksine cesaret, herhangi bir durumda kendi bilme, nefsine uymama ve günümüz diliyle mantıklı düşünmektir. Mantıklı düşünmek ise, şimdiki anlayışımızın aksine olaylara objektif bakmaktır. Nedense bizler mantıklı düşünmeyi her koşulda kendimizi su yüzüne çıkaracak ve kendimizi huzurlu kılacak konularda olduğunu düşündük. Bunlara en güzel örnek evliliktir. Mantık evliliğini ele alırsak insanın duygu ve düşüncelerini ya da inançlarını zorluk veya rahatlıkta gerektiği şekilde yaşamak değil, bu unsurları rahat ve huzurlu bir şekil de yerine getirmeyi amaçlar. Elbet bu konuları farklı örneklerle ele alabiliriz, ancak önemli olan insanın kendi iç dünyasına eğilmesi ve kendi nefsini hesaba çekmekle olur.

FASIL 1:

“Biz kimiz?” sorusuna en güzel ve övücü cevap, eğer mezhepsel olarak ele alırsak konuyu, Hz. Resul (s.a.v.) un ve pak Ehlibeytinin şialarıyız olur. Bizi ve bu görüşümüzü binlerce hadis ve övücü sözlerle destekleyebiliriz. Bir örnek verirsek;

“Ali seven yüreklerin her zaman sefası var
  Ey şia! İftihar et cihan da hangi milletin Ali gibi ağası var.” (Anonim)

Bizleri ve takipçisi olduğumuz imamı ne kadar da güzel anlatmış değil mi?

Aslında “Biz kimiz” sorusunun altında yatan gerçek mana, Hz. Resul (a.s) un ve pak ehlibeytinin gözünde ve nazarında ne gibi değere sahibiz. Kimimiz bu masum imamların şefaatine layık olacağımızı düşünmekteler. Acaba ne ile şefaatleri bize nail olacak? Onları sadece sevmek ve takip etmekle olabilir mi? Günümüz dünyasında hepimiz ehlibeyti sevdiğimizi ve takip ettiğimizi iddia ediyoruz ancak onların yaşantılarını hiçbir zaman örnek alıp ta kendi yaşantımıza uygulamıyoruz.

Ali Şeriatı’nın söylemiş olduğu gibi;”Bilinçsizce bir sevginin hiçbir değeri yoktur ve bu tıpkı putperestlik gibidir.”

Yukarıda da açıkladığım gibi masum imamların sözlerini ve yaşantılarını örnek almadıktan sonra hangi sebep doğrultusunda onların Şiileri olduğumuzu iddia ediyoruz?

Mektebimizin ilk imamı olan İmam Ali (a.s)  ın örnek yaşantısı bizler için sadece savaş kahramanlıkları ve hakkı gasp edilen mazlum bir imam olarak bilinçaltımıza yerleştirildi. Hz Resul (s.a.v.) karşısında Hz.fatıma (a.s) ı isterken ilk utangaçlığını, yine Hz.fatıma (a.s)ın yaralandığı gece yardımlarına koşacak kimsenin bulunmayışı üzerine ilk çaresizliğini ve Hz.Fatıma (a.s) ın vefatından sonra kör bir kuyu başına gelip de ilk ağlayışını neden bilmemekte yâda neden dillendirmemekteyiz?

Karanlık bir gecenin, İmamımız olmasından iftihar ettiğimiz İmam Ali için nasıl geçmekte olduğunu biliyor muyuz veya onun yaşantısını uyguluyor muyuz?

Bir geceyi, İmamımız saatlerce namaz kılarak geçiriyor hem yetim evlere erzak taşıyor hem de kör bir kuyu başına gelip derdini söyleyerek ağlıyor. Biz ise gece namazı kıldığımızda bile pek uzak değil yakınımız olan komşularımızın aç uyuduklarını bile bilmiyoruz

Ve yine ahiret te Hz. Resul (s.a.v.) ın vaadi üzerine,(Şüphesiz onun sözü Allah’ın sözüdür.) Kuran ve Ehlibeyt ile onların sadık takipçisi olarak biz Şiilerin onun etrafında toplanacağımıza inandığımız ve Allah’ın Kevser’i dediğimiz Hz Fatıma (a.s)ın hayatını ele alalım.

Nasıl bir hayat ki, Aza kanaat ederek sürdürülen sade bir yaşantı, kapısına gelen yetime babasının hediye olarak verdiği yeni gömleği verip kendisinin yine eski gömleğini giymesi, evini süpürmekten beli bükülüp elleri nasırlaşan, su taşımaktan su kırbası izlerinin omuzlarını yara ettiği, kocasının alıp getiremeyeceği bir şey yüzünden karşısında mahcup hale düşmesinden çekindiği için hamile olduğu bir dönemde canının istediğini haftalarca saklayan ve sadakatte eşi benzeri olmayan mükemmel bir kadın. Ve evimizde milyarlık mobilyalar, nefsimizin esiri altında sadece desinler için donatılmış pahalı aksesuarlarla sürdürülen bir yaşam, Marka düşkünlüğü ile Vakko, Pierre Cardin, Akel gibi lüks yerlerden milyonlar verip aldığımız eşarplar, kapımıza gelen yetimi ve garibi hor bakışlarımızla rahatsız ettiğimiz ve yine de Hz.Fatıma (a.s) ın yolunda gittiğimizi iddia eden bizler.

Mantıki düşünce de Evlilik konusunu ele almıştım. Şiileri olduğumuzu iddia ettiğimiz Hz.Fatıma (a.s) ın mehirinin bir zırh olduğunu ve İmam Ali’nin kendi zırhını satarak mehiri tamamladığını acaba bilmiyor muyuz? Düğün töreni olarak hazırlatılmış sade bir yemek programı ve önde oturtulmuş fakir ve yetimlerden oluşan bir meclis. günümüzde bu durum işimize mi gelmiyor?

Desinler için yapılmış mükemmel düğün törenleri ki, bu törenlerde bir fakire bile rastlamazsınız ve inançlarımızı yaşayacağız diyerek yaşam koşulları yüksek gelirli insanlarla evlilik ne yazık ki takvanın dönemimizde hiçe sayıldığını göstermektedir.

Aynı inancı paylaştığım kardeşlerim bu tür konularda diyorlar ki, “Bizler İmam Ali döneminde yaşasaydık bizde öyle yapardık ancak bizim dönem farklı ve biz ancak böyle yaşarız. Hem İmam Ali ve Hz.Fatıma (a.s) da bizim dönemde yaşasalardı en azından bizim gibi evlenip evlerini donatır ve bizler gibi giyinirlerdi”.

Haklılık payları vardır ancak imamlar zamanın şartlarında halkın en alt tabakasının yaşam koşullarıyla yaşamlarını sürdürmezler miydi?

Diyelim ki İmam Ali (a.s) zamanında yaşamıyoruz, acaba zamanın İmamı, Hz Muhammed Mehdi(a.f) zamanında da mı yaşamıyoruz? Peki, bu durumda bahanemiz nedir?

Hadislerin arkasına saklandığımız sürece bahanemiz çoktur elbet. Her ne anlatırsak anlatalım bizlerin bilinçaltına yerleştirilen bilginin ötesine geçemeyiz. Çünkü bizler ailemizden bunları gördük ve öğrendik. Bu durumda bizlerin suçu nedir?

“Ey Ali! Ne mutlu sana ve Şiilerine sizler cehennem ateşinden uzaksınız.”(Hz. Resul s.a.v)

Bizleri su yüzüne çıkaracak ve vicdanlarımızı susturacak en büyük silahımız bu hadistir şüphesiz.

Ancak ya diğer hadisleri neden göz ardı ediyoruz?

“Ey Ali! Sen benden sonra üç grupla  savaşacaksın. Nakisin, Marikin ve Kasitin.”
                                                                                                           (Hz. Resul s.a.v)

İsterseniz, bilip te dillendirmekten çekindiğimiz bu üç grubu açıklayalım.

Marikinler: Dinin özünü ve ruhunu kavrayamamış kıt görüşlü dar düşünceye sahip cahil insanlardı.

Kasitinler: her şeyi politikaya alet eden ikiyüzlü sahtekâr insanlardı.

Nakisinler:  Para düşkünü olup ta, paraya pula önem veren, insanlar arasında yaşantıları ve görüşleri ile ayrım gözeten ayrıcalıklara inanan kesimdi. İmamın iman, adalet ve eşitlik konusundaki konuşmalarında muhatap aldığı kimselerdi.


Öncelikle kendimle birlikte sormaktayım acaba zamanın Ali’si karşısında Nakisinler den bir farkımız varmıdır acaba?

Şüphesiz Allah kuranda şöyle buyurur:

“Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz, Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz, Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz, Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz.(Fecr–17-20)

Elbet bu tür konular uzun uzadıya birçok örnekle ele alınabilir, fakat buna ne vakit yeter ne de kurumaya yüz tutmuş bir kalem.

FASIL–2


“BİZ KİMİZ?”

Zamanın hengâmesine kapılıp ta, inançlarımızı sadece ibadet saatlerine sıkıştıranlarız. Masum imamları programlı ağlama meclislerinde bulunmaktan dolayı onları anlamayan gaflet içinde yaşayan bir topluluğuz. Sadece amacımıza (şefaat) ulaşmak için gecenin alacakaranlığı gibi geleceğimizden korktuğumuz için, tıpkı kunfuz(Allah lanet etsin) gibi İmamın neden kör bir kuyu başında ağladığını anlayamayacak kadar bilinçsizce İmam Ali’yi takip edenleriz.       

    Alnımızda secde izi misali gönlümüzde Ali sevgisi ile yanımızda konuşan Kuran varken onu bilmek için mızraklara Kuran sayfaları takıldığında yalnız bırakan  haricileriz. Zamanın İmamı döneminde yaşayıp Allah’ın hüccetini beklediğimizi iddia ederek, malı yığınla yığıp onu Allah yolunda infak etmeyen Nakisinleriz. İmam Hüseyin (a.s) ın kanını sermaye edinip zillet altında yaşayanlarız. Hz. Zeynep (a.s) ın yolunda gittiğimizi iddia edip batılın karşısında hakikati saklayanlarız. Ve zillet altında bir hicreti göze almazken, Allah’a hüccetinin zuhurunu acilleştirmesi için dua edenleriz.

Sözlerimi tamamlamadan önce, Yüce Allahtan dileğimiz;

Bizleri masum imamların yolu üzerinde gerçek takipçi olarak onların şefaatlerini bizlere nasip etsin ve nesillerimizi kendi yolunda hidayete tabi kılsın.
             
Allah’ın selamı Resul(s.a.v.) u ne  ve pak ehlibeytine olsun.                                                             
 
  Bugün 5 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol